26 Nisan 2017 Çarşamba

Beklemek

     Nasıl bekleyebilir ki bir insan Sibirya soğuğunda sabahı, çıplak bedeniyle. Ölüp gitmek tehlikesi var ruhunda. Kurtulsa, kesilmesi ihtimali uzuvlarının. İhtimal vermedi tanrı, kimse beklemezdi Sibirya soğuğunda geç gelen bir sabahı.
     Nasıl beklemezdi ki bir insan Nemrut dağının zirvesinde, çıplak gözleriyle, umut kırmızısını doğmaya meyletmiş güneşin. Yuvarlak çehresine doymak duygusu var, iki kadeh şarap eşliğiyle. Beklerdi herkes Nemrut'un zirvesinde güneşin doğmasını ve umutlarının kırmızısına doymayı.
     Bana düşen beklemekti, ne Sibirya soğuğunda sabahı ne de Nemrut'da güneşin doğmasını. Seni beklemekti, sevilmemenin soğuğunda ve sevmenin zirvesinde.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

İsimsiz Kahraman

     Daha öncede geldi başıma, ilk değil, bilmediğim şey de değil ama ilk defa bu kadar burktu. Beklenmedik, hazırlıksız, umulmadık, aniden, pat diye, zart diye, şeklinde kullanabileceğim bütün kelimelerin sözlük anlamının yetersiz kaldığı bir durumda geldi. Paslanmış, eski, büyük, demir kapıdan öyle dik, öyle kendinden emin, öyle öylesine geçti ki o an bu güzelliği içeri buyur etmemek kadar büyük ahmaklık olamazdı. Dudaklarını birbirinden her ayırdığında, dilini bilmediğim bir şarkıyı, aşıkmışcasına dinler gibi dinledim, çok söyledi kendince yeteri kadar çok söyledi ama öyle asildi ki hiç ben demedi. Karşısında o kadar tuhaftı ki her şey savaşıyor olsak yenilmiş gibi hissederdim sevişiyor olsak altta kalan kesin bendim. Söylediği şarkılara bile hep eksik, yarısını yitirmiş cevaplar verdim kelimelerin yerleri karıştı aptal saptal anlamlar yüklendiler akıllarınca. Sonra birden bire kum saatinin son kum tanelerinin düşmeye başladığını hissettim, arkasını döndü, tekrar geldiği kapıya yöneldi. Çıkamayacağını bildiğim halde seslenmek istedim arkasından, dur, senin yerin burası görmüyor musun burası benim, hiç olmadığı kadar kalabalık hiç olmadığı kadar gürültülü hiç olmadığı kadar renkli hiç olmadığı kadar olmadık demek geçti içimden.

    Aniden fark ettim; ne kadar dalgın olduğumu, ne kadar aptal. Benimle geçirdiği koca zaman içinde kimse tarafından adı hiç söylenmedi ki.

2 Ocak 2014 Perşembe

(-di)'li Gelecek Zaman

      Savunmasız kaldım, halsiz, bitkin, donuk. Bir kaç kelime de olsa soğuk dudaklarımda "Hiç mi?". Başlaya bilsem bir yerlerden birer birer dökülecek kelimeler dereler gibi duru ama serin. Kimseye ihtiyacım yokmuş gibi yapacağım en çok ihtiyacım olduğu o an. Dizlerim taşımakta zorlansa da bedenimi hızlı hızlı yürüyeceğim tozlu kaldırımlarında ışıkları sönen zifiri karanlık şehrin. Anılarım tutacak köşe başlarını oyun bozan sinsi çocuklar gibi hiç beklemediğim zamanlarda hüzünlü hikayeler anlatacak. Unutuyorum dediğimde osuruktan bir defter sayfası, alelade tel bir toka hatta abajurun duvardaki saçma sapan gölgesi engel olacak. En sevdiğim şarkı artık sevindirmeyecek, arkadaşlarım tutup kaldıracak elimden geçti artık. Birde haberini alacağım, falancanın zamazingosuyla evlendi birde kız çocukları var tıpkı annesi. İşte bir tek buna üzülmeyeceğim...

27 Aralık 2013 Cuma

Bombok Durum

       Yalnız kaldığım zamanlarda, nedendir bilmiyorum yalnızlığı öyle sahipleniyorum ki, keyif almaya başlıyorum bu durumdan. Odamın düzenini değiştiriyorum, bir köşesine kitaplık alıyorum okumadığım bir kaç kitabın gözümün önünde olması için, her rafına küçük değişik biblolar yerleştiriyorum sevdiğim süper kahramanlar, en sevdiğim arabanın ahşap modeli, eski sporcu kartlarımı, tasolarımı. Sonra daha yavaş müzikler dinliyorum, sözlerine takılmıyorum melodisi önemli oluyor o an. Uymamak üzere kararlar alıyorum, kendi kendime sözler veriyorum tutmayacağımı bilmediğim. Fark etmem uzun sürmüyor. Göğsümün tam ortasında hissediyorum yalnızlığı. Farkındalığın bıçak gibi kestiği zaman yavaşlıyor, sanki sadece odada ki durum değil bütün evrende tek başıma kalmışım gibi kas katı kesiliyorum, öküzün biri oturuyor sırtıma kaldıracak gücü bulamıyorum. Ne kadar zaman sonra bilinmez, burnuma tuhaf kokular geliyor, odayı kolaçan ediyorum, bunun küllükten gelen ağır dayanılmaz izmarit kokusu olduğunu fark ediyorum, sıra sigaraya ve çakmağa geliyor onları da kendimden beklemediğim bir hareketlilikle bulduktan sonra eski oturma şeklimi alıyorum. Daha önce hiç sigara içmemişim gibi yakarak geçiyor duman boğazımdan. Her nasıl oluyorsa sanki o sigaranın sonu hiç içmeden bitmiş gibi geliyor belki peşinden bir tane daha yakıyorum çakmak kullanmadan, birinin sonu birinin başı oluyor. Kafamdan geçenleri ben bile takip edemiyorum, bütün pişmanlıklarım pusuya yatmış gibi üçer beşer geliyor aklıma. Bu boktan durumdan kurtulmak benim için zor olsa da elime geçen her fırsatta kendimi en hızlı şekilde sürüklüyorum bunun sarp yamaçlarına. Sonra  sövüyorum, söylüyorum, yazıyorum en sonunda mutlaka duruyorum, durduruluyorum ve hiçbir şeyin sonunu sevmiyorum.

21 Aralık 2013 Cumartesi

Eski Zengin Karhaneler, Şimdi Yoksul Keraneler

      Eski izbe bir sokak arasında tabelasındaki yazıları solmuş bir "cafe" vardı, kurtlanmış tahta kapısında "Rahatsız Etmeyiniz!" yazardı, içeri girer girmez içimize samimiyet duygusu sızar, daha önce söylediğimiz yalanlardan birdenbire utanmaya başlardık. Öyle çok büyük bir yer değildi beş veya altı tane yere yakın, tahta, tek ayaklı masası vardı, onların ortasında ise yaz kış kaldırılmayan kış aylarında üzerinde itina ile kestane közlediğimiz soba. Duvarlarında küçük kitaplıklar asılıydı tabiki ahşaptı ve her birinin rengi farklıydı, biri koyu yeşil, biri lacivert, hatırımda kalan bir diğerinin ise sadece verniği vardı. Kitaplıklarda öyle ağır romanlar bulunmazdı, bünyesinde sadece masal kitaplarını barındıran bir kitaplıktı. En önemlisi sahibi Ahmet amca kır saçlı, ortalama boylarda, mühendis emeklisi, vaktini plaka boyamak, çocuklara kitap okumak, ergenliğini atlatmış gençlerle derin muhabbetler etmekle geçiren iki kişilik bir ailenin direğiydi, parayla pulla hiç işi olmazdı. Cafe'nin hiç müşterisi olmazdı, onun için gelen herkes misafirdi zaten herkes bilmezdi orayı kapısının önünden geçerken de buraya bir ara gelmeliyiz diyeceğin tarzda bir görüntüsü de yoktu. Ahmet amcanın diyarın bir köşesinde atölyesi gibi kullandığı çalışma masası vardı, günün büyük kısmını orada geçirirdi. Birde çok eski bir gitar vardı diyarda müzikle ilgilenenler olduğunda Ahmet amca illaki birşeyler tıngırdardı vaya bilen birilerine çaldırırdı, isteyen ve müzik bilgisi olan herkes istediği vakit müzik yapma özgürlüğüne sahipti. Eşi sefertasıyla getirirdi Ahmet amcanın öğlen yemeğini, diyardaki diğerleriyle paylaşacağını bildiği için fazla fazla getirirdi. Yalnızca sıcak meşrubat yapabilme yetisine sahip demliğindeki çayı eksik olmayan birde mutfak vardı, dileyen girebilir kendine ve arkadaşlarına orada istediğini hazırlayabilirdi ki ortalıkta garson niteliğinde kimse de yoktu. Bu yüzden bilmeyen biri geldiği zaman boş boş oturur hiç bir şey içemeden ve yiyemeden kalkar giderdi. Yiyemeden çünkü diyarda yiyecek bulunmazdı, eğer açsak öğlenleri sokaktan geçmesi ihtimali olan simitçiyi, Ahmet amcanın sefertasını veya evdeki akşam yemeğini beklemek zorundaydık. Diyardan kimse dışlanmazdı herkes kardeşti birinin derdi birdenbire Ahmet amcanın ve diğerlerinin derdi olur ve mutlaka bir çözüme kavuşturulurdu...
     Şimdilerde böyle bir yer bulmak mümkün değil gittiğimiz ve görebileceğimiz her yer samimiyetten yoksun, para kaygısıyla işletilen, modern görünümlü pislik yuvaları. O zamanlar bir başka severdim Masal Diyarı'nı şimdi bir başka özlüyorum.

27 Eylül 2013 Cuma

Yazarak Anlaşmak (1)

    Toplumun gözünde yapmak istediğiniz değil, yaptığınız şeylerle değer kazanırsınız. Düşündüğünüz şeylere çok az kişi önem verir veya düşünme şeklinize. Ve kendinizi anlatmak, düşüncelerinizi insanlara aktarmak için bir yol bulamazsanız anlaşılamazsanız çünki konuşarak anlaşmak insan için bile çok zaman en zorudur. Sevgililer barışma amacıyla, bir başkasının duygularıyla yazılmış bir şiiir veya şarkı okurlar eşlerine duygularını en kolay yoldan hisettirebilmek için. Yada yüksek sesle konuşurlar, bağırdığı zaman anlaşılabileceğini zanneder, yabancı dili olmayan birinin kelimeleri heceleyerek ve yükseksesle kullanarak derdini anlatmaya çalışması gibi ama başaramazlar.
    Kimse gelişi güzel yazmaz, yazdıklarının okunması ihtimali yazarı düşünmeye iter ve her cümlenin hatta kelimenin üstünden geçer, doğruluğundan emin olur. Bu nedenle yazmak aktarmanın en doğru yoludur.